18 Haziran 2013 Salı

Saat: Hüzünlü Yelkovan

Ebubekir Hocamızın Ölümü Üzerine

    Hayat kısa arkadaşlar. Hangimizin ne zaman ne olacağı belli değil. Bugün okulumuzdan Ebubekir hocamızı kaybettik. Beyin kanamasından öldü. Daha bu Cuma günü gördüğüm gayet sağlıklı ve genç adam öldü. Bir anda. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, iyi bilirdik, severdik. Garip geliyor tabi ilk başta insana. Diyor ki insan kendi kendine: yarında benim ölmeyeceğim ne belli? İnancımıza göre diğer tarafta sonsuz bir hayat bizi bekliyor. Bu dünyada yaşadığımız 40-50 sene çok basit bir rakam. Büyüklerin de dediği gibi göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor.  Yaşadığımız şu kısa ömrü faydasız işlerle harcamayalım. Yarın ölecekmiş gibi bugünden bütün işlerimizi halledelim, sevdiklerinize onları sevdiğinizi söyleyin. Bu hayat, barışmak isteyen iki arkadaşın küs kalmasına yetemeyecek kadar kısa. Ölüm konusunda kendimi anlatabilecek kadar gelişmedim daha. Fakat şu kadarını söyleyeyim, ölen insan sadece siz de ölene kadar yanınızda olmayacak. Ölüm dün de vardı bugünde var yarın da olacak. Sadece yakınlarınız ölünce aklınıza gelen ölümün sizi derinden etkilemesine izin vermeyin. Bize de sıra gelecek. Siz yolunuza bakın kardeşlerim. Yazıyı daha uzatmak istemiyorum, ölüm gibi anlık bir olay için çok uzun yazmaya gerek yok.

Dikkat: 
  • Ölmemek uğruna yaşıyoruz. (Size ölümü vaaz edenlerden uzak durun dostlarım)
  • Ölen insan sadece siz ölene kadar yanınızda olmayacak.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Deneme vol. "Biraz Anarşi"

Bap Yedi, Kırk Dokuzuncu Ayet  

    Dahi olarak doğduk, zaman geçtikçe aptallaşıyoruz. Bu böyle. Hepimiz bir fabrikanın ürünleriyiz. İçimizden herhangi birimizi öldürmek, ahlaki açıdan bir arabayı, elektrikli süpürgeyi veya barbi bebeği öldürmekle aynı. İnsanız değil mi, diğer varlıklardan üstün bir canlıyız… Bu üstün canlı dedikleri biz değiliz, bizi yöneten insanlar. Doğduğumuzda köle olarak doğuyoruz. Devlet, bizim yaşadığımız zamanın problemlerini önceden biliyor ve bizi bu noktaları onarmak için bir piyon olarak oyuna sürüyor. Mesela şuan gündem de olan nüfus arttırma politikası… Bu zamanda doğan çocukların dünyaya geliş amacı: ülke nüfusunu arttırmak, diğer ülkelere karşı bizim ülkemizin genç nüfusumuzla güç gösterisi yapmasını sağlamak ve ileride iş gücü oranlarını arttırmak. 20 sene sonrasının delikanlısı. Yöneticiler plan yapıyor, 20 sene sonra nasıl bir devlet olsak? Tıp alanında ileri gidelim: Bir sürü tıp fakülteleri açıldı, televizyonlarda doktorculuk dizileri oynatıldı, doktorluğa özendirildi. Ürünümüz doktor oldu. Tamamdır. Öğretmen eksiğimiz var öğretmen sayısı artsın: hemen öğretmenleri öven programlar konuşmalar yapıldı, ürünümüz öğretmen oldu. Sporda çok başarılı olalım: Bir sürü spor salonları yapıldı eğitmenler yetiştirildi, ürünümüz iyi bir sporcu oldu. Anlayacağınız şu ki, ileride bizim ne olacağımızı, ne olmamız gerektiğini zaten bizden önceki nesiller planladı. Ne olmamız gerekiyorsa ona yönlendiriliyoruz. Koyun sürüsü gibiyiz. Evet bizi yönetenler özgür insanlar, nereye yönlendireceklerine kendileri karar veriyorlar. Çoban gibi. Diğer varlıklardan daha üstün olan insan neslinin temsilcileri onlar. Bizler de aklı olan fakat aklını başkalarının yönettiği, özgürlük anlayışımız istediğimiz yerde eylem yapmaktan ileri gidemeyen, at gözlüğü takmış bireyleriz. Eminim ki; matematik, ülkemizin gelişmesi için vazgeçilmez bir unsur olsaydı şuan hepimize şakır şakır matematik öğretilmişti. Herkesin her şeyi bilmesine gerek yok tabii. Devlete yetecek kadar matematikçi olsa yeter, devlete yetecek kadar doktor olsa yeter, devlete yetecek kadar mühendis olsa yeter. Biraz da bizim zengin yaşamamızı sağlayacak kadar fakir halk olsa her şey tamamdır.
    Neden okul? İnsanlar okul olmadan bir şeyler öğrenemeyecek kadar aciz mi? Okul olmasın demiyorum, ama böyle olmamalı. Tüm Türkiye aynı sene, aynı dersleri görüyor. Sınıfın tüm öğrencileri aynı anda aynı şeyleri dinliyor, aynı yorumları yapıyor, aynı doğruları kabul ediyor, sonra en iyi ezber yapan en başarılı öğrenci oluyor. Başarı anlayışımızı sikeyim. Bize bunları yaptıran bir yönetim bizden yaratıcı olmamızı veya yeni bir şeyler üretmemizi istemiyor zaten. Diyorlar ki: Sen benim sana öğrettiklerimi bil, doğru dediğim şeylere doğru de, ne kadar çok benim kafamda ki insan yapısına benzersen ben sana o kadar iyi üniversitelerde okuma “özgürlüğü” vereceğim ;)) Hatta sonra ömrün boyunca sabit bir gelirin olacak, memur olacaksın olum devlette, çok mutlu olacaksın herkesin beklentilerini karşılayacaksın çevrendekiler sana minnettar olacak. Sonra da ölüp gideceksin. EE, NE OLDU ŞİMDİ? Sen kendi hayatını yaşadın di mi, özgür bir hayat sürdün di mi, NAH. Bu şuna benzer: masada bir sürü içecek vardır (içki, kola, fanta, ve her çeşit meyve suyu) biri size gelir meyve suyu içeceğinizi söyler, fakat neyli meyve suyu içeceğinizi sizin iradenize bırakır. Sizde vişneli meyve suyunu seçersiniz. Sonra da o adama minnettar olursunuz, efendinize minnettar olursunuz. Kendinizi özgür hissedersiniz. Ama sadece hissedersiniz. Sokrates, adam milattan önce 450 yılında filozof olacak kadar bilgi biliyordu. Milattan sonra 2013 yılında ki, her gününün neredeyse yarısını okullarda geçiren insanlardan daha çok biliyordu. Biz, bizden önceki nesillerin olmasını isteği şey oluyoruz. Toplumun ortak malıyız, orijinal değiliz, herkesin ortak çabasıyız. Aynı şeylere üzülüp aynı şeylere seviniyorsak burada bir yanlış vardır. Hepimizin kendimize özgü bir aklı varsa herkesin aynı şeyleri düşünmesi bir sorun olduğunu gösterir. 2012 senesinde doğan çocukların hepsine ileride çocukluk yılları denince akıllarına PEPE gelecek. Hepsi aynı şeyleri izlemiş, hepsi pepeyi örnek almış. 2032 yılında sokaklarda milyonlarca büyümüş pepe dolaşıyor olacak. O pepe hangi erdemlere sahipse bu çocuklar da büyüdüklerinde o erdemlere sahip olacak. Teknoloji geliştikçe iletişim artıyor popüler kültür oluşuyor, ortak değer yargıları meydana geliyor ve standart dışı düşünen insanlar giderek azalıyor. Biz burada koyun oluyoruz. Koyun olmak çoban olmaktan kolaydır. Ama idealleri olan insanlar çoban olsun. Siz değerli üşengeç ve hayatı sadece yaşamak için yaşamaya devam eden kardeşlerim, düzene küfredip anarşi yaratıp kendi hayatınızı heba edeceğinize mutlu hayat yaşamayı tercih edin, iyi ezber edin, iyi üniversite kazanın ve devletin bir memuru olun. Sonra da ölün. Göreviniz bu kadar.
Biz olmuşuz istatistik…

  • Özgürlük, sorumluluk isteyen bir şeydir, zordur. Kendi kararlarınızı vermek cesaret ister, başkasının emrini yerine getirmek her zaman daha basittir. Biz insanlar istediğimiz şeylerin bize emredilmesine bayılırız.

16 Haziran 2013 Pazar

"Açıklayıcı ol biraz, düşündürme" Konulu Yazı

    Biz Türk halkı olarak trajediyi seviyoruz. Tradeji, arabesk bizim içimize işlemiş. Bunu televizyondaki dizilerimizden de anlayabiliriz, ya ağlıyorlar yada ağlıyorlar. Başka bir şey yok. Yalandan yere Amerikan melankoli hayatına özenmemize gerek yok. Böyle depresif hallere filan. Özenmeyin. Zaten bizim yaşadığımız milletin eğlenceye, pozitifi vurgulamaya  ihtiyacı var. Ne çektik be hacı… Kimle konuşsam yaşadığı kötü şeyleri anlatıyor, sanki hayat sadece bundan ibaretmiş gibi. İnsanın kendini acındırması psikolojik bir hastalıktır. Bazıları bunu kendine görev edinmiş. Kendi acı hikayelerinden söz edip bizimde psikolojilerimizi bozuyorlar insafsızlar. Dikkat çekmek asıl amaçları bunu biliyoruz. Kendini acındırarak bir şey istemek (mesela ilgi gibi) çocukların, bebeklerin yaptığı iştir. Ağlarlar, ilgi beklerler. Biz bu dönemleri geçtik, önceden ağlamayana meme yoktu şimdi ağlayana Sedat yok. Sizde kendini acındıran kişilerden kendinizi uzak tutun kardeşlerim. Bunlar sizin iyi niyetinizi sömürmek isteyen zeka seviyesi 0-3 yaş olan acımasız insanlardır. Sizi kendi çukuruna çekmekten başka bir boka yaramazlar. Geçmiş hikayelerde yaşayan insanlarla da gelecek hayali kurmayın. Belki içlerinizden bazıları bu yazıdan sonra benim için acımasız, duygusuz veya insafsız diyebilir. Fakat ben biliyorum ki bu lafları bana diyen kişiler daha demin bahsettiğim kendini acındıran kişilerdir. Bu sıfatları(acımasız, duygusuz, insafsız), ben tuzaklarına düşmediğimden dolayı diğer insanlara karşı beni kötü gösterip, onlarında peşimden gelmesini engellemek için diyorlar. Hayatımı yazsam roman olur diyorlar ya, aynen öyle. Yaz roman olsun isteyen okusun, şimdi lütfen hayatında yeterince boktanlık olan kişilerin hayatını daha da bok etme. Sie.

15 Haziran 2013 Cumartesi

Kitap Eleştirisi "Chuck Palahniuk - Görünmez Canavar"


Chuck Palahniuk
    Chuck Palahniuk benim okumaktan en çok zevk aldığım yazar. Neredeyse her kitabını tek solukta okudum diyebilirim. Kitapları, Ayrıntı Yayınlarının Yeraltı Edebiyatı kapsamında satılıyor. Kitaplarının konusu: yarattığımız değer yargıları, para, şöhret, saygınlık, güzellik gibi tüm önemli şeylerin anlamsız  ve yalanlar olduğunu anlatmak üzerinedir. Yazarımız, 30 yaşına kadar herhangi bir edebi metin yazmamıştır. İlk yazdığı roman Görünmez Canavar (birazdan size içeriği hakkında bahsedeceğim kitap) yayıncılar tarafından içeriği nedeniyle kabul görmemiş ve basılmamıştır. Yazar bu olaya olan öfkesi nedeniyle içeriği daha da yok edici olan Dövüş Kulübü’nü yazmıştır. İlk basılan kitabı budur. Evet, Chuck Palahniuk o çok sevdiğiniz film Fight Club’ın (Dövüş Kulübü) yazarıdır.

Chuck Palahniuk - Invisible Monsters

    Görünmez Canavar’a gelecek olursak… Baş karakteri genç ve güzel bir mankendir. Gayet mutlu bir hayata sahipken bir kaza geçiriyor ve yüzünün yarısı yok oluyor. Böylece görünmez bir canavara dönüşüyor. Hastanede tanıştığı cinsiyet değiştirmek isteyen bir adam(şimdilik) ve baş karakterimizi onun en yakın arkadaşıyla aldatan eski sevgilisiyle bir yolculuğa çıkıyor. İntikam yolculuğu, herkesten alınan bir intikam. Eski en yakın arkadaşından, eski sevgilisinden, eski, güzel olduğu zamanlardaki haline çok benzeyen cinsiyet değiştirmiş ve onun söyleyişiyle tapılacak güzellikte olan Brandy Alexander’dan intikam almak için çıkılmış bir yolculuk. Gay abisi küçük yaşta evden atıldı ve ailesinin konusu hep gay abisi oldu. Yeterli sevgi ve ilgi görmeyen, görmediğini düşünen..  psikolojik sıkıntılar içerisindeki baş karakterimiz(Shannon) bu romanda size zor şeylerin altından nasıl kalkacağınızı siz farkına varmadan öğretecek.  Konusu pek iç açıcı olmayan bu roman, sonuna kadar sizi eğlendirecek, sıkılmayacağınız garanti. Belaltı unsurlar tabi ki içeriyor. Kitapta aşırı uçlarda yaşanan olaylara tanık olacaksınız. Anlatımı Chuck Palahniuk’a özel bir tarz, baş karakterin geçmişiyle bugünü arasında ustalıkla gezdirecek sizi. Asıl vurgun kitabının sonunda. 

Kitaptan Notlar:
  • Çünkü aynen paranın iktidar unsuru olması gibi, aynen silahın iktidar unsuru olması gibi, güzellik de bir iktidar unsurudur.
  • Bir diğer mesele de birini ne kadar sevdiğinizi düşünürseniz düşünün, akan kanı size çok yaklaştığında geri çekileceğinizdir.
  • Kirlet beni, lütfen.
  • Dikkat kesilmeniz gereken dakikaları hızla geçmenizin ardından o zavallı duygu hep kalbinizde olacak.
  • İnsanın kendi başına paniğe kapılması, boş bir odada kendi kendine gülme krizine girmesiyle aynıdır. İnsan kendini gerçekten aptal hisseder.
  • Gelecek bazı insanlar yüzünden yitip gidiyor.
  • Pozitifi vurgula.
  • Dünyanın dört bir yanındaki insanlar başlarından geçen dramatik olayı ve tüm hayatlarını bu olayın üstesinden gelmek için nasıl heba ettiklerini anlatıp duruyorlar. Artık hayatlarında gelecek değil, geçmişleri var.
  • Hala geçmişine öyle bağlısın ki, söylediğin hiçbir şeyin anlamı yok.

  • İnsanlara hafta sonu tatilinde ne yaptıklarını sormamızın tek nedeni, kendi hafta sonu tatilimizi anlatma isteğimizdir.
  • Dişilik tek gece işe yarar, kişilik ömür boyu.

14 Haziran 2013 Cuma

Deneme vol. "Beklenti"

   Beklentiyi Alçak Tutmak Üzerine

 
    Beklentiyi alçak tutmak… Felsefemiz bu olmalı, beklentiyi alçak tutmak. Neden böyle yapmamız gerekiyor biliyor musunuz? İnsanları şaşırtmak istemez misiniz, onların dikkatini çekmek? Tabi istersiniz fakat bu sizin başvurduğunuz basit yollarla olmamalı. Sansasyonel haber yayarak, abartılı davranarak veya şağşayı kendi üstünüzde sergileyerek değil. Marjinal olup dikkat çekeceğim derken insanlıktan çıkıyorsunuz, saçma hareket edip pişman olduğunuzda düzeltemeyeceğiniz hatalar yapıyorsunuz. Oysa ki sizin için, sevilmek isteyen(herkes ister )her insan için daha basit ve daha tutarlı bir yol biliyorum. Bu yol aslında başta hiçbir şey yapmamaktan geçiyor. İnsanların sizi tanıması için zaman verin. Gizemli olun. Gizemli görünmeye çalışan aptallardan olmayın, buraya dikkat, gizemli görünmeye çalışan aptallardan olmayın.  İnsanlara kendinizi anlatmaktan çok onların sizi keşfetmesini sağlayın. Merak uyandırın. Böylece sizle uğraşmayı göze alacak kadar size değer veren kişileri, onları gittikçe şaşırtarak ve sizin yeni özelliklerinizi keşfetmenize fırsat vererek kazanırsınız. -Bunu bir oyun gibi de düşünebilirsiniz, gittikçe level atladığınız oyunlar sizi kendine bağlar, oysa ki basit oyunlar yani olan biten her şeyi açtığınızda direk karşınıza koyan oyunlar tek kullanımlıktır. Sıkılınca bırakırsınız, sıkılmanız da fazla bir zaman almaz.- Hem sizden beklenti azsa bu size hata yapma imkanı da verir. Yanlış anlamayın hata yapma imkanı size verilmiş bir ödül gibidir. Rahat rahat hata yapabilirsiniz, onlar sizi uyarır, hatalarınızı düzeltirler kızarlar bağırırlar belki ama sizinle uğraşmış olmaları ister istemez kendilerinin sizin üzerinde bir emeği olduğunu düşünmeye itecektir ve sizi seveceklerdir. Hele bir de hatanızı düzelttikten sonra sizde gelişme görürlerse bu sizi onların en kıymetlisi yapar.
    Tepede durmak zordur, durduğunuz sürece en iyi sizsinizdir ama oradan bir düşerseniz toparlanması çok zor olabilir hatta toparlanışı olmayabilir. Beklentinin yüksek olduğu insanları ben buna, tepede duran insanlara benzetiyorum. Kaybedecek çok şeyleri var, itibarları. O tepeden düştüğünüzde, yani hata yaptığınızda, insanların sizden beklentilerini karşılayamadığınızda itibarınızı kaybedersiniz. O an geldiğinde kimisi o tepeye hiç çıkmamış olmayı ister, kimse keşke onu o kadar umursamasaydı, kaybedecek pek bir şeyi olmasaydı. İnsanı hataları değil, hata yaptıktan sonra kaybettiği şeyler üzüyor. Kaybedecek bir şeyi olmayan insanın kazanacak çok şeyi vardır. O yüzden ben size beklentiyi alçak tutmanızı öğütlüyorum.   


Bu yazıyı rahat anlamanız için daha basitleştirip de yazabilirdim fakat bundan kendine ders çıkarabilecek birinin en azından bu yazıyı anlayacak kapasitede olması gerektiğini düşünüyorum. 

13 Haziran 2013 Perşembe

Deneme vol. 7

Siyaset ve Sanatın İlişkisi

   Siyaset ve sanatı birbirinden ayrı olarak düşünmek pek mümkün değildir. Ülkemizde daha genç öğrencilerimize verilen edebiyat eğitimi, siyasi kişilerin çıkarları yada bölücü ve yıkıcı faaliyetlerden uzak durması için karşıt fikirleri engellemeye yöneliktir. Ders kitaplarında okutulan edebiyat çağdaş toplum ve şimdiki zaman dünyasına ayak uydurmaktansa eski, kültürel adı altındaki edebiyatımızı oluşturuyor. Yani ders kitaplarındaki kadar edebiyat eğitimi alan bir birey, fabrika üretimi olan bir ürün olmaktan ileri gidemez. Ve sonraki nesillere de edebiyat aşkı aşılamanın aksine edebiyattan soğutur. Yapmamız gereken dönemin güncel yazarlarının yazdıklarının da okuyup kendimizi çağdaş bir düzeye getirmektir. Gelelim siyaset ile ilişkisine sanatın. Ülkemizde edebiyat tarihine hakim olan kişiler dönemin sosyal çevresinden ister istemez etkilenip güncel olayları eleştiren yazılar yazar. Sonuçta sanatla uğraşan kişiler halka hitap etmektedir. Yazdıkları halkın düşüncesini belli ölçüde şekillendirir. Halkın düşüncesi de hükümeti akabinde siyasal düzeni eleştirir. Dolaylı yoldan sanat siyaseti etkiler yani. Dönemin siyasi adamları kendi işlerini zora sokacak sanat, edebiyat yazılarını kısıtlama yoluna giderek sözde bir çözüm yolu bulmuştur. Buna geçmiş yıllardan önemli birkaç yazarı örnek verebiliriz (Aziz Nesin, Kemal Tahir). Bu edebiyat yazarlarının yazarları halkı büyük ölçüde etkiledikleri için siyasiler bunlara kısıtlama, dar bir bakışa göre yazmaya zorlamıştır. Yani değerli bir öğretmenimin de dediği gibi düşünmek serbest, düşündüğünü söylemek suç. Eğer herkese her türlü edebiyatı öğretip uç noktalardaki çılgın düşünce ve yazılar görmekten korkmazsak bizde düşünen, anlatan, yazan, okuyan bir nesil yetiştirebiliriz. Böylece sanat ve siyaset arasında düzenli, seviyeli ve faydalı bir ilişki de kurulabilir.

12 Haziran 2013 Çarşamba

Bap Bir, On Üçüncü Ayet

   Slm. “Saat: Güzel bir yaz akşamı” ve benim bugün ki denemem yayında. Bazıları diyormuş ki Sedat denemelerinde bildiğimiz şeyleri yazıyor. Senin bilmediğin bir şey var mı? Bizim toplumumuzda herkes her şeyi bilir. Maşallah çok bilgili bir milletiz. Zaten herkes her şeyi bildiğine göre ben size nasıl bilmediğiniz bir şey öğreteyim? Bırakın benim yazılarım toplumun cahil kesimine hitap etsin.(Artık okuyan kesime ne kadar cahil diyebilirsek ;))) Her şeyi bilen filozoflar okumasın. Bilmeyenler ve bilgiye aç olanlar okusun. “Bilmiyorum”, bu lafı demek çok zor herhalde. Gururumuz inciniyor değil mi. Ben nasıl bilmem. Biliyorum. Her konu hakkında bir fikrimiz var. Yabancı ülke de fizik profesörüne coğrafya ile ilgili soru sorsanız bilmiyorum der. Ama bizim ülkemizde sokaktan geçen her hangi bir adama profesörlerin çözebileceği ayarda fizik problemi sorsanız yine de size bir cevap verir, verecektir. Televizyon programlarının sokaklarda yaptığı anketlere bakın mesela, soruyu kime sorarlarsa bir cevap alıyorlar. “Emin değilim ama şöyledir kesin .s.s” demektense bilmiyorum de geç, en azından yanlış bilip rezil olmazsın. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp. Hiç bilmemek mi daha karlı yoksa yanlış bilmek mi? HİÇ BİLMEMEK. Sıfırda kalmak varken eksilere düşmeyin. Susun. Dinleyin. Okuyun.
Bu derece önemli bir konuya daha uzun yazmak gerekirdi, fakat zaten okumayan bir milletiz ve yazıyı uzatarak gözünüzü korkutmak veya okuma aşkınızı söndürmek istemem. Yarın tekrar beklerim. Bebebebebb

  • Yazılarımı okuyan toplumun kaliteli insanları, yazımın başlarında size cahil dediğim için affedin. Şüphesiz ki biz sizin diğerlerinden daha bilgili olduğunuzu biliyoruz.

11 Haziran 2013 Salı

Kamu Spotu

   Kuaförler… Delikanlı tarzı söylersem berberler… Kızlar siz bilmezsiniz bu erkeklerin kuaförlerden ne çektiğini. Bir erkeğin en çaresiz olduğu andır kuaförde boynuna bağladıkları o bez parçasından sonraki an. Muarrem abi, abi azcık alıcaz bak çok değil, kenarlarından azcık birazda enselerden o kadar. Yok Kamilcim ya ben öyle sevmiyorum biliyo musun, sana daha iyisini yapıcam ben . Ama Muarrem ab… KUAFÖRDEN ÇIKTIĞINDA SAÇI 3 NUMARAYDI.
  • Muarrem abi: Bak nasıl oldu kamil, beğendin mi? J
  • Kamil, kamilimiz: Evet evet çok güzel oldu muarrem abi tam istediğim gibi hıhı JJJ 
Kamilimiz içinden küfür ede ede terketti Muarrem abinin mekanını.

   Şimdi, ben bu konudan olayı nereye bağlayacağım bakın.. Saygı toplumumuzda çok önemli yeri olan bir değer, Türk kültürünün temelinde var küçüğe sevgi büyüğe saygı. Kamil orada Muarrem abisine kötü oldu, Muarrem abi bok ettin kafamı diyemiyor. Neden diyemiyor? Çünkü saygılı bir çocuk. (En azından o kendini öyle görüyor.) Arkadaşlar, bir insan eğer işini düzgün yapmıyorsa onu uyarmak saygısızlık değildir. Olmamalı. Bazı şeylere daha profesyonel yaklaşmalıyız. Eğer Kamilimiz orada Muarrem abisine bu model olmadı beceremedin deseydi, belki bir daha oraya gidemeyecekti ama gitseydi de Muarrem abisi aynı hatayı tekrar yapmayacaktı. Saygılı olacağız diye yapmacık olmayın. Arkasından sövecekseniz eğer  yüzüne karşı saygılı gibi davranmanız sizi saygılı yapmaz. Aksine, saygılı bir kişinin karakter boyutunda yükseleceği kadar siz de alçalırsınız.

Son olarak;
Bu yazıyı neden yazdın diye sorabilirsiniz... Bir laf vardı, "sütten ağzı yanan blog'una yazarmış" mıydı neydi, kaptın inceyi ;)))
  • Kızlar: "Hıı sen bizim kuaförde ne çektiğimiz biliyo musun pki?????" diyebilirsiniz. Evet bayanlar sizin de kuaförde ne çektiğinizi erkekler bilmez, tamam bbb.

10 Haziran 2013 Pazartesi

Deneme vol. BAĞIMLILIK

   Akciğerlerimiz, zamanla bizi öldüren organlarımız. Bizi. Sizi değil. Sizler, akciğerlerini sadece oksijen almak için kullanan kişiler. Bizler, akciğerlerini farklı amaçlarda da kullanan kişiler. Şimdi sizi bizi bırakalım da konuya girelim. Düşünceme göre dünyada sadece bir kez yaşayacaksam bu dünyanın en iyi yanını ve en kötü yanını öğrenmeliyim. Her şeye hakim olmalıyım, neyin ne olduğunu bilmeliyim. Bu tütün insanlar için yapıldı. Kullanmaktan korkmamam lazım. Bağımlılık yapıyormuş, peh. O, senin tütünü ne amaçla içtiğine bağlı. Bağımlı olanlar zaten bağımlı olmak için içiyorlar. İnsanın doğasında var bir şeye inanmak ve bir şeye arkasını yaslamak. Sinirlenince sigara içmek onu rahatlatıyormuş. Yalan. O aslında sigaranın onu sinirliyken sakinleştirdiğine inanıyor. Bilimsel olarak böyle bir etkisi yok sigaranın. Kötü şeyler yapmaktan korkmayın sigara için, alkol için, ot için vs. fakat bağımlı olmayın. “Hee kolaydı amk.” diyebilirsiniz evet anlarım, ama zor değil. Bu kötü şeyleri içme amacınız, ne kadar kötü olduğunu ve bunlara bağımlı olan insanların iradesinin ne kadar güçsüz olduğunu anlamak olsun. Ortama ayak uydurmak veya millete şekil yapmak için içmeyin. Zira bu tarz, bir şeylere bağımlı olan insanlar ileride şüphesiz ki çok zararını görüyor. Gençken ‘sözde’ ortamlara katılmak için bağımlı olduğunuz sigara olgunluk yıllarında ortamlardan dışlanmanıza yol açacaktır. Siz her şeyi deneyerek öğrenmiş, görmüş geçirmiş biri olun. Ve aynı zamanda hiç birine bağımlı olmayacak kadar da iradesi kuvvetli, sıradan olmayan insanlardan olun. Sigara kullanmayan biri olarak diyorum ki akciğerlerimin öldüğüm zaman pamuk kadar beyaz olmasına gerek yok. Bana hayata dair tecrübe katacak kadar grileşse pek sorun olmayacaktır.
Son olarak;
Bu yazıyı yazarken yazar moduna girip bir tütün içmek fena olmazdı mesela. Ama olmasa da oluyor ;)))

Dikkat edilmesi gereken yerler:
  • Siz her şeyi deneyerek öğrenmiş, görmüş geçirmiş biri olun. Ve aynı zamanda hiç birine bağımlı olmayacak kadar da iradesi kuvvetli, sıradan olmayan insanlardan olun.
  • Dünyada sadece bir kez yaşayacaksam bu dünyanın en iyi yanını ve en kötü yanını öğrenmeliyim.
  • Bu kötü şeyleri içme amacınız, ne kadar kötü olduğunu ve bunlara bağımlı olan insanların iradesinin ne kadar güçsüz olduğunu anlamak olsun.

9 Haziran 2013 Pazar

Grinin Elli Tonu

E L James - Fifty Shades of Grey

   Son zamanların dünyanın en çok satan kitabı Grinin elli tonu… Cidden iyi kitap. Öncelikle belirteyim pornografi içeriyor. Kimilerine göre bu cezbedici bir unsurdur  ve kimilerine göre de okumama nedeni. Arkadaşlar, okuyun.  Süper bir kurgu içeriyor, anlatımı gayet farklı ve güzel. Kitaptan öğreneceğiniz çok şey olacağına eminim ve ayrıca kitabı okudukça kitaptaki ana karakterin yerine sık sık kendinizi koyup acaba bana böyle bir şey olsaydı ne yapardım diyeceksiniz. Standart dışı bir roman. Yetişkinlere göre bir deseler de bizim gibi yaramaz gençler çok severek okuyacak. Kitap 576 sayfa, göze korkutucu geliyor. Şahsen bende sayfa sayısı 200den fazla olan kitapları prensip olarak sevemiyorum. Ama korkmayın, çünkü kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. Her sayfasını okudukça bir sonraki sayfada ne olacak acaba diye merak ediyorsunuz. Bu kitap var ya, kitap okumaya karşı olanların kitap okumayı sevme nedeni. Kitabın ünü Türkiye’de de hızla yayılıyor. Tabi daha önce duymamış olabilirsiniz ama sorun yok sayemde öğreniyorsunuz. Gelelim kitabın konusuna… Genç üniversiteli bir kız (Ana), genç bir iş adamıyla röportaj ediyor. Adam çok çekici, zeki ve gizemli. Kızın da saf bir güzelliği ve özgür ruhu var, onu çekici kılıyor. Genç ve yakışıklı olan iş adamı, adamımız (Grey), bu kızdan hoşlanıyor ve peşini bırakmıyor. Telefon numarasını alıyor, kızı buluyor filan en son tabi iş yatma bölümüne geliyor. Adam fantezi manyağı. Sıra dışı bir erotizm anlayışı var. Kız bu duruma çok şaşırıyor tabi. Fakat kız adamımıza aşık, onunla olabilmek için her şeyi yaparım kafasında. Ama kullanılıp atılmak da istemiyor. Kendinize bazı hayat dersleri de çıkarabilirsiniz bu kitaptan. Rahat 100-200 sayfası yatak odası betimlemeleriyle geçen bu kitabın, kitabımızın, sonu sizi şaşırtacak. Kitabın devamı da var, ikinci (karanlığın elli tonu)  ve üçüncü (özgürlüğün elli tonu) kitabı da şuan piyasada.

E L James

 Beni şaşırtan diğer bir nokta ise kitabın yazarı E L JAMES iki çocuk annesi ve 50 yaşında bir kadın. Grinin elli tonu onun ilk kitabı. Kitabı okursanız bana hak vereceğinize eminim, bu kitabı böyle bir kadının yazmasını beklemezdiniz. Ama olmuş mu? Olmuş. Hem de  dünyada satış rekoru kıracak kadar iyi olmuş.


Grinin Elli Tonu - Karanlığın Elli Tonu - Özgürlüğün Elli Tonu

  • Çenemi tuttu ve beni var gücüyle öptü. Tutkuyla, yalvarır ve bir şey ister gibi. İstediği neydi? Bilmiyordum. Beni nefessiz bırakmıştı.
  • Ah, Grey hem bu kadar seksi, hem romantik, hem çocuk hem de tamamen bir “hayal” nasıl olabiliyorsun?
  • Amacımız zevk vermek bayan Steele.


8 Haziran 2013 Cumartesi

Deneme vol. "okura özel"

Yazar ile Eleştirmen

Yazı, yazar ile eleştirmenin buluştuğu noktadır. Adı üstünden yazar yazıyı yazar, eleştirmen ise eleştirir. Peki dediğimiz gibi görevlerini yerine getirebiliyor mu yazar veya eleştirmen? Eleştirmenler işine gerekli özeni gösteriyorlar mı? Günümüzde eleştirmenlerin görevi bir yazıdaki eksik, kötü ya da yanlış yerleri ortaya çıkarıp göz önüne sermek olarak biliniyor. Bir katilin cinayeti nasıl işlediğini deşifre etmek isteyen polis gibi delil, kanıt arıyorlar resmen. Neden böyle bir örnek verdim diye sorarsanız hemen açıklıyorum; eğer bir katil işlediği bir cinayet ile ilgili arkasında kanıt bırakırsa bu, katilin eksik noktasıdır, cinayeti tam becerememiş demektir ve polis o eksik olan yeri bulup deşifre etmiştir. Tabi yine de yazıyı cinayete benzetmek ne kadar doğru bilmiyorum. Geri gelelim eleştirmenin görevi bu olmamalı. Eleştirmen yazıdaki iyi noktaları da ön plana çıkarmalı. Sadece kötü eleştiri yapıp okuru ve yazarı yanlış yönlendirmemeli. 
Bir yazısında Nurullah Ataç:  “Siz günlerce, aylarca, kimi de yıllarca uğraşıp bir roman yazıyorsunuz, eleştirmen okuyor onu, ancak birkaç saatini veriyor, sonra burnunu kırarak bir ‘Olmamış!’ diyor, beğense bile sizin koymak istediğinizden büsbütün başka şeyler buluyor o kitapta, gelin de buna kızmayın!” diyerek eleştirmenlere olan tepkisini dile getiriyor. İşine, yazısına gerekli özeni göstermeyen yazarlar eleştirilmeli, kötü bir eleştiriyi hak eder onlar. Fakat sıfırdan bir şeyler yaratmış olan, yazının hakkını veren, okura farklı bir şeyler katabilecek olan ve eleştirmenlerden birkaç gömlek üstün olan yazarlara basit, herkese hitap edebilecek alt seviyedeki, cebini düşünen eleştirmenler kötü yorum yapmamalı. Kötü yorum yapmamalı diyerek en hafif şekilde uyarıyorum bende eleştirmenleri. Nolur, iyi yazarları acımasız eleştirilerinizle kendi seviyenize çekmeyin. Toplumun bu kalemlere ihtiyacı var. Nurullah Ataç’ın da dediği gibi: “Bizde okur yok, okurun iyisi yok.” Adam haklı. Eğer bizdeki okur kitlesi kendini geliştirirse, iyi bir okur olursa, eleştirmenlerin her kötü yorumlarına inanmaz kendi okur ve kendi yorumunu yapar.

7 Haziran 2013 Cuma

Deneme vol.3

Yaşamak Üzerine

Öncelikle;

Madde 1) İleride hayatı doyasıya yaşadım diyebilmek istiyorsanız şimdi bu yazıyı okumayı bırakın ve dışarı çıkın. Hayat dışarıda.

Zamanımız bu bilgisayar başında çürümekten daha değerli, orası kesin. İkna olmadım, bu sözlerle beni kandıramazsın, çok yorgunum bi sie. diyorsanız ikinci tavsiyem bu yazıyı sonuna kadar okumanız.  Herkes yaşlandığında torunlarına anlatacak bir şey yaşamış olmayı ister. Tecrübeli yaşlı moruk. Saygı değer. Görmüş geçirmiş. Bu yazıyla size ileride anlatacak bir şey katmıyorum fakat anlatabileceğiniz anılarınız olsun diye ateşliyorum. Beyinlerinize fikir tohumu ekeceğim. İçinizden geçicem .s.s.s

Madde 2) Hayatınızı sadece kendiniz için yaşayın.

Başkaları için kendini feda eden insanları oldum olası (17 yıldır. evet doğduğumdan beri düşünüyorum) samimi bulmuyorum. Yapmacıklar. Bir kere yaşama hakkınız var ve siz bunu sadece arkanızdan çok iyi kalpli insandı denmesi için heba ediyorsunuz. Siz öldükten sonraki dünya hayatına yatırım yapıyorsunuz. Sıradan insan böyle davranmayacak kadar bencildir. Aptal insanlar böyle davranır. Sonra biz çok erdemliyiz diye takılırlar. SİE.

Madde 3) Kendiniz için yaşayın demek her istediğinizi yapın demek değildir.

Neden özgürsün? Ne için özgürsün? Bir insanın özgürlüğü başka bir insanın özgürlüğünün başladığı yerde biter. Böyle diyordu hocalarımız. Yes.  Ama bence doğrusu tam olarak bu değil. Neden? Çünkü  şuan nefret ettiğiniz birini öldürmeye çalışırsanız öldürürsünüz. Bu bir özgürlük yani, fakat önemli olan kısım yaptığımız şeylerin sorumluluğunu kaldırabilmek. Öldürürseniz cezasını çekersiniz. Özgür olarak yaptığımız hareketler, beraberinde sorumluluklar getirir. Herkes her istediğini yapsaydı özgür bir toplum değil, yaşanamaz bir toplum haline gelirdik.

Madde 4) Yarın ölecekmiş gibi yaşa. Hiç ölmeyecekmiş gibi geleceğini de düşün.

Ne zaman öleceğini bilseydin az zamanın kaldığı için vaktini bu yazıyı okumakla geçirmezdin. Hayatınız planladığınız kadar uzun sürmeyebilir. İnsan olarak doğdunuz, hayvanlardan bir farkınız olsun görev adamı olmayın, bu dünyaya kalabalık yaratmaya gelmediniz. Bu yazıya başlarken daha uzun yazmayı planlıyordum ama bir anda kesiliyorsunuz işte. Hayat da bunun gibi nerede biteceğini bilmiyoruz.

Son olarak;

Geçmeden zamanın, hastalanmadan sağlığın, yaşlanmadan gençliğin kıymetini bilin. 

"Hıı benim beynime fikir tohumu ekemedin ki slk .s.s.s" diyenler, senin beynine ekeceğim fikir tohumunu sikeyim, net.

6 Haziran 2013 Perşembe

Deneme vol. 2

Sevgi Üzerine Sözler

Duygusal yanımızı oluşturan en temel duygudur sevgi. Niye severiz? Çok gerekli bir şey olduğundan mı? Evet. Sevmek insan için son derece gereklidir. Başka bir insanı severiz, zevkimize göre daha değişik şeyleri severiz, dinimizi severiz, yaptığımız sporu severiz… İnsan sevmediği bir şeyi yapmaz. Bu yüzden bir şey yapmak istiyorsak sevmemiz gerekiyor demektir. Gelelim insan sevgisine, yani aşk, yani dostluk, yani kardeşlik, yani…. Aile sevgisi. Gerçek sevgi bunlardır, bir karşılık beklemeden sevmek, sadece sevmek. Çocukken ilk öğrendiğimiz sevgi budur. Anne ve baba sevgisi. Bizi sadece onların çocukları olduğumuz için severler bir şey beklemezler hata yaptığımızda da severler, güven verirler bize. Bizde onlardan sevginin ne olduğunu öğrenir ve aynı tepkiyi onlara veririz, ilk olarak onları severiz. Sonra sevmek çok güzel ve eğlenceli olduğu için başka birilerini de sevmek isteriz. Bir kızı severiz aşık oluruz eğleniriz.( Burada ki eğlenmek gönül eğlendirmek anlamında değil hayattan zevk almak anlamında eğlenmek.) Bir erkek arkadaşımızı çok severiz dost deriz. Sonra görürüz ki sevdiğimiz kişilerle yakınlığımız artıyor, istediğimiz şeyleri yaptırabiliyoruz. Tabi doğal olarak artmakta olan yaşımız, boyumuz, kilomuzla beraber beynimizdeki kirli düşünceler de artıyor. Dünyanın kirli havası bizim de beynimize işliyor. (Burada ki kirli hava, hava kirliliği anlamında değil, kötü düşünce anlamında kirli hava) Sonra… 
   İnsan en fazla kaç kişiyi sevebilir? Bence bir yada iki, belki üç. Bu sayı size göre artabilir. Veya azalabilir. Sonuçta gelmek istediğim nokta insan her seviyor sandığı kişiyi sevmez aslında. Sadece ihtiyacı vardır. Her arkadaşınızı sever misiniz siz? Birinin sizi sevmesini istiyorsanız ilk olarak onu sevdiğinizi söyleyin. Dile getirmese bile o da kafasında direk size karşı bir sempati ve sevgi beslemeye başlayacaktır. İnsanoğlu bunun farkına vardı ve artık rutin olarak herkes yapıyor. İhtiyacı olan kişiye onu seviyormuş gibi davranıyor. Karşılıklı sevgi alış verişi oluyor ve sonuçta bir taraf ihtiyacı olan şeyi gideriyor diğer taraf da sevilmenin keyfini çıkarıyor. Peki bu kötü bir şey mi? Hayır. En azından herkes sevgi ile tanışıyor. Sevginin, sevmenin, sevilmenin ne olduğunun farkına varıyor. Sevgi açlığını doyuruyor. Sevilmeyen birisi yaşamasa da bir şey kaybetmez. Ciddi anlamda yaşamak istiyorsanız sevilmek için bir şeyler yapın. Mesela işe birilerini sevmekle başlayın. 

5 Haziran 2013 Çarşamba

Kitap Eleştirisi "Charles Bukowski - Ekmek Arası"

Charles BUKOWSKI - Ekmek Arası
Ekmek Arası, Charles Bukowski'nin 1982 yılında yayımlanan otobiyografik romanıdır. Bu kitabında yazar ailesini, çocukluğunu ve lise yıllarını anlatmıştır. Kendine özgü bir tarzı olan yazar, kitabı okudukça farkını hemen hissettiriyor. Genelde depresif, sarhoş bir hayatı anlatıp özendiren yazar, kendi böyle bir hayat yaşadığı için bunlardan bahsetmektedir. Çoğu romanında kendi hayatından kesitler verir. Toplumdan kendini olabildiğince soyutlamış ve sessiz bir çocuk olmuştur. Patlama noktalarına geldiğinde çok kabadayıca davranmıştır ve bu karşısındaki insanları şaşırtmıştır. Amerika da yaşanan 1929 krizinden dolayı işsiz kalan babası Bukowski'ye genelde şiddet uygulardı. Babası Bukowski'nin önemli bir adam, bir mühendis, olmasını çok istiyordu. Bukowski, babasından nefret ettiği için onun istediğinin tam aksine, hiçbir şey olmayı seçti. 
Kötü bir öğrenciydi ve ilk okulda bir öğretmenine "sevişelim" dediği bilinmektedir. Ergenlik yıllarında çok fazla sivilcesi olmuştur bunun için tedavi görmüştür. Hatta bir dönem okula gitmemiştir. Bu dönemi evinde geçirmiş ve kendini kitap okumaya kaptırmıştır. O zaman okuduğu kitaplar yazıyı ve yazarlığı sevmesine neden olmuştur. Bu kitabında "Kelebeklerin ve arıların arzuladığı bir çiçek olmak varken, sinekleri cezbeden bir bok parçasıyım." diyerek kendinden ve hayatından pek memnun olmadığını vurguluyor. Aslında hayattan daha fazlasını da beklemiyor yazar, ileri ki yaşlarda zengin kadınlarla ilişkileri olmuş fakat onların hayatına ayak uyduramadığı için yine fakirliği seçmiş, eski yaşam tarzına dönmüştür. İnsanları sevmeyen yazarımız, toplumdan kendini soyutlamıştır. Çok zor günler geçirmiş fakat bu geçirdiği günlerin onu diğer insanlardan daha güçlü yaptığına inanmıştır. Üniversiteye geçince evden kaçmış kendine ayrı bir ev tutmuştur. Çok fazla alkol tüketmiş ve okulu asmıştır. Gündelik işlerde çalışıp ufak tefek paralar kazanmıştır. Sıradan olmak istemiyordu, sıradan insanlar gibi hedefleri olsun istemiyordu, belki de sırf bu yüzden, sıradan olmamak için hedefsiz olmayı seçti. Yazar: "Her zamankinden pek farklı hissetmiyordum kendimi. Ne memnundum, ne de mahzun; olanlar bir şeylerin devamıydı sadece." diyor bu kitabında. Yazar dibe vuranların veya dibe vurmak isteyenlerin kendini bulabilecekleri kitaplar yazmıştır. Ekmek arası, yazarın kült olmuş eserlerinden biridir. Bu kitabın size bir şey katacağı garanti değil fakat okumanın size zevk vereceği kuşkusuzdur. 

4 Haziran 2013 Salı

Deneme vol. 1

Güler Yüz

Gülme yetisi insana mahsustur.  Hiçbir hayvan gülemez, mimikleri yoktur.  Peki gülmeyen insanlar?  İnsan niye gülmez ki?  Somurtan insanları anlarım, hoşuna gitmeyen bir şey olmuştur ve somurtur fakat gülmesi gereken yerde bile gülmemek için kendini zorlayan insanlar neyin peşinde?  Daha sert ve saygı değer bir kişi olacaklarını düşünüyorlar sanırım.  Oysa ki böyle yaparak sadece sevimsiz biri oluyorlar.  Gülen insan sempatiktir, sevimlidir, etrafına neşe saçar.  Yanındakileri de mutlu eder.  Dedikleri gibi, güler yüz her kapıyı açar yada tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.  Tam olarak bilmiyorum hangisini diyorlardı, unuttum.  Tatlı dilin konumuzla da bir alakası yok zaten.  Ben gülen bir insan gördüğümde mutlu olan biriyim.  Zaten kim gülen biri gördüğünde ona kötü gözlerle bakar ki?  Var mı böyle biri?  Eğer varsa böyle biri benim hayatımda yeri yok.  Sizin de hayatınız da yeri olmasın.  Ne yapacaksınız nemrut suratlı birini.  Sevimsiz, aksi, lanet.  Hayatta hala gülümseyebilmek için bir sebebiniz varken doya doya gülün.  Gülün ki yaşadığınızı anlayın.  Ağlamak için birinin ölmesine, somurtmak için mutsuz olmaya ihtiyacımız vardır fakat gülümseyebilmek için hiç bir sebebe ihtiyacımız yok.  Mutsuz biri ağlıyorsa o zaten bitmiştir, bırakın onu.  Ama mutsuz olan biri gülmeyi başarabiliyorsa onda hala umut vardır, bir şeyleri değiştirebilir o.  Gülün ki karşınızdaki mutlu olsun, karşınızda ki mutlu olsun ki gülsün.  O gülerse sizde mutlu olursunuz.  Böylece herkes mutlu olur.  Mutluluğun sırrını bulduk.  Evet, bu bir kısır döngü ama işimizi göreceği muhakkak.  Unutmayın, Gülümseyen insan iyimser insandır.  İyimser insan, kötümser birine göre daha cesurdur.

3 Haziran 2013 Pazartesi

Kitap Eleştirisi "Daniel Pennac - Roman Gibi"

Daniel Pennac - Roman Gibi

"Oku!" "Oku! Okusana diyorum, sana okumanı emrediyorum!"
"Odana çık ve oku!"
Netice?
Hiçlik.
Kitabın üzerine başını dayayıp uyudu. Pencere birden, imrenilecek bir şeye açılıyormuş gibi göründü ona. İşte oradan uçup gitti. Kitaplardan kaçmak için.

Yine de, adım adım aşılır tüm zorluklar...

Ne eksik, ne fazla.

Ne kadar zalimce de olsa, tercih tercihtir.

Hiçbir şey büyük heyecanlar kadar çabuk soğumaz.

Okurun iştahını kabartmak için, bolca okunacak şey koklatmaktan daha iyi bir metod yoktur.

Kapalıydık, kapalı duran kitabın karşısında. Şimdi sayfalarına yüzüyoruz.

Özgür olmayı isterken, terk edilmişlik duygusuyla baş başa kalıyoruz.

Okuduk ve susuyoruz. Susuyoruz çünkü okuduk.

Yalnızlığı tadana sorun geceler kaç saat!